18 Aralık 2018 Salı

SERGÜZEŞT/Samipaşazade Sezai Eser Tahlili

       Bu romanın asıl kahramanı Dilber'dir. Dilber'i İstanbul'a getiren Çerkeslerin hiçbir insani duygusu yoktur. Kendi ırklarından olan kızları İstanbul'a getirir ve satarlar. Onlara göre insan, değeri para ile ölçülebilen bir varlıktır. Dilber, karakter olarak da devrinin yaşantısını yansıtır. Bu yaşantı çok etkili, vurgulu bir şekilde yapılır. İnsanın insanca yaşama hakkının nasıl elinden alındığını bu eserde görmemiz mümkün. Küçük bir kızın hayalleri, umutları bir para uğruna harcanıp, satılıyor.
       Roman, Türk romanı tarihinde ilk defa sanatkarane realizm denilen, realizmin kolu olan türde yazılmıştır. Sezai, kahramanlarının ruh hallerini anlatırken hem çok sanatkaranedir hem de ruh hallerini okuyucuya çok iyi yansıtmıştır. Romanı okurken Dilber'in içinde bulunduğu o acı durumu içimde öyle derin hissettim ki, bütün insanlık adına utanır oldum.
      Sezai, Dilber'in İstanbul'a getirilip satılmasından, kendini Nil Nehri'ne bırakana kadar geçen süreyi kronolojik bir sırayla yazmıştır. Dilber'in bu kötü hayatına biraz olsun heyecan katmak, zulümleri biraz olsun dayanılabilir hale getirmek için romana az da olsa aşk serpiştirilmelidir. Bu teknik Namık Kemal'de dahil çoğu romancının uyguladığı bir tekniktir. Sezai'de romana aşk serpiştiren bu tekniğe uymuştur. Peki Sezai'ye göre aşk nedir? Ona göre aşk zaman içerisinde küçük küçük kalıntılarla kendini gösterir. Tıpkı bir avizenin küçük küçük kristallerle oluşması gibidir. Romanda Dilber ve Celal'in aşkı da böyle başlar. Dilber, Celal Bey'in evine esir olarak götürülen ve Celal Bey tarafından ilk zamanlar kötü davranılan bir kızdır. Fakat daha sonra Celal Bey Dilber'in farkına varır ve ona zaman içerisinde aşık olur. Dilber ise belirli bölüme kadar masum ve hassas bir kız olarak karşımıza çıkar. Fakat maalesef devrin getirdiği zorluklardan dolayı aşklarının sonu hüsran ile biter. Mısır'da geçirdiği acı günlerden sonra hürriyetine kavuşmak ve İstanbul'a kaçma fırsatı bulan Dilber, daha ilk adımda acemilik, umutsuzluk ve kimsesizlik içinde kendini karşısında duran Nil Nehri'ne bırakır. 
     Roman baştan sona kadar ezen insan ve ezilen insan tezadına dayanıyor. Yazar bu tezadı yaparken kimliğini gizlemez, taraflı bir duruş sergiler. Olayın içinde kendi görüşlerine de yer verir. Hatta yazar, kendi görüşlerini belirttiği bir bölümde: ''Ağlamak yaşadığımız felaketlere vücudumuzda kalan kuvvet parçalarının bir parçasıdır.'' diyerek yorumda bulunmuştur. Bir başka bölümde ise okuyucunun acıma duygusunu uyandırmak ister ve: ''Zavallı çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz insanlığın zoebalık yükü altında inlediği esaret zincirlerini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük çiçekleri toplamak içindir.'' der. Sezai'nin dile getirdiği bu sözün ağırlığı altında ezildiğimi söylemeden geçemeyeceğim.
     Yazar, bütün bunları sanatkarane bir üslupla yazar. Anlatımı akıcı ve sürükleyicidir. Günlük yazı dili ile yazılmaması okuyucu açısından zorluk yaşatsa da yazı dili anlatılan olayın önüne geçmemiştir. Bütün bu olayların okuyucuya güzel yansıması da eşya ve mekan tasvirlerinin içinde yaşanılan dünyayı kurmada başarılı olmasından gelir. Ayrıca eserde büyük bir realizmin hakim olduğunu görüyoruz.
     Romanda tek bir kişi değil pek çok insan vardır ama romanın dayandığı ana karakter ya tiptir ya karakterdir. Bu karakter ve tipler kendine has özellikler taşır. Dilber bir tiptir ve esiri canlandırır. Esas tip romanın sonuna kadar odur. Diğer insanlar ona yardım edenler ve ona kötülük yapanlar olarak ayrılırlar. Fakat Dilber maalesef tek değildir ve bir istisna değildir. O dönemde Dilber'in tarihinde yaşayan çok sayıda çocuk vardır. Bu da ünanimizm'e girer. Çocukların gelişme çağında yaşadıkları bu travmalar sadece romanlarda, öykülerde gerçekleşmiyor. Gün geçtikçe insan vahşi, çıkarlarını düşünen tehlikeli bir varlık haline geliyor. Esirlik altında büyüyen bu küçük çocuklar hürriyetine kavuştuklarında yalnızlık ve tecrübesizliğinin içinde hayata tutunamıyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder