12 Haziran 2019 Çarşamba

Ali Suavi

    Ali Suavi, medreseden yetişmiş ateşli bir devrimcidir. Yeni Osmanlılar içinden  şahsiyeti en problematik olan bir şahsiyettir. Türkiye’nin geleceğini yıllar önceden bilen bir öngörüye sahiptir. Bu bakımdan Tanzimat döneminde epeyce tenkit edilmiştir. Doğduğu yer hakkında fikir birliği yoktur. Onun hayatı hakkında bildiğimiz, daha doğrusu ailesi hakkında bildiğimiz tek şey “Ulum” adlı gazetesinde kendi ailesinden bahsederken babasının Hüseyin Ağa olduğunu söylemesidir. Burada, babasının hırçın ve haksızlığa gelemeyen yapısından bahseder. Yani anlıyoruz ki Ali Suavi isyancı ruhunu babasından almıştır.
     Suavi, medrese tahsili gördüğü halde medresenin skolastik zihniyetini eleştirir; fakih olduğu halde fıkhı eleştirerek ve fıkha isyan ederek ilk defa laikliği savunmuştur. Onu diğerlerinden farklı yapan vasıf, fikirlerini açıkça ortaya koyması ve fikirlerinden doğacak olan her türlü probleme katlanma yürekliliğini göstermesidir.
      Taşra’daki buhranlı ve mücadeleci hayatından döndükten sonra İstanbul’da siyasî hayata karışmak istiyordu. Muhbir adlı gazetesinde Bâbiali’ye şiddetli hücumlar etmesiyle Kastamonu’ya sürüldü. Oradan Yeni Osmanlılar hareketine katılmak üzere İnebolu’ya, oradan İstanbul’a, daha sonra da Âgah Efendi ile birlikte Avrupa’ya gitti. Mustafa Fazıl’ın himayesi devam ettiği sürece Yeni Osmanlılar ile arası iyiydi. Fakat daha ilk toplantılarında Ali Suavi, Muhbir’i çıkarmaya devam edeceğini söyledi. Buna karşılık diğerleri, “Hürriyet” adlı bir gazete çıkarmak istiyorlardı. Bir süre aralarındaki çatışma devam etti ve sonrasında Muhbir’in önce çıkmasında karar kıldılar. Bu şekilde karar vermelerine rağmen daha sonra Hürriyet’in çıkmasıyla birlikte Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi’nin arası açılmaya başladı.
      Düşünce yapısı olarak da çoğu zaman fikir ayrılıklarına düşen şairlerden Namık Kemal ve Ziya Paşa Osmanlı Devleti’nde şeriata dayanılması gerektiğini düşünüyor ve fıkhı savunuyordu. Ali Suavi ise din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini, dünyanın ilahi kanunlarla değil dünyevî kanunlarla yönetilebileceğini  öne sürüyordu. “Bu fikir eğer gerçekleştirilmezse din devleti tahrib eder ve kendisi bile helak olur.” fikrini öne sürmüştür. Suavi, dini kanunlara karşı laikliği, mutlak idareye karşı Cumhuriyet’i, Osmanlıcılığı karşı da Türkçülüğü savunmuştur.
    Onun ıslahat dediği kavram, “Avrupa’nın israflarına aldanmak, işi başından değil de kuyruğundan tutmak, medeniyet binasının temeline bakmayıp çatısını almaya özenmek.” değildir. İslam dininin yanlış yorumlanmasını, ona sonradan eklenen yalanları, ilerlemeyi durduran gevşemiş düşünceleri ayıklamaktır.

11 Haziran 2019 Salı

Ziya Gökalp

    Ziya Gökalp, Diyarbakır’da doğup orada eğitimini tamamladı. Babasının ölümünden sonra amcası tarafından yetiştirildi ben ondan Arapça ile Farsça öğrendi. Daha sonraları Yorgi Efendi’den Fransızca dersi almaya başladı. Kendisine Felsefe merakı Yorgi Efendi’den geldi. Yorgi Efendi, Gökalp’e hem Felsefe dersleri öğretiyor, hem de Yunan filozoflarını tanıtıyordu. Bir yandan aile bakımından dinci ve muhafazakardı. Bu iki yön arasında sıkışıp kalan Gökalp, bir inanç krizi geçirdi ve intihar etti. İntihar sonrasında da kurşun kafasında kaldı. Bakıldığı zaman oldukça mantıklı be problemleri akıl ile çözebilen bir tipti. Böyle olmasına rağmen nasıl intihar etti soruları akıllara gelebilir fakat ondaki intihar, geçici bir tesirle meydana gelmişti.
     Diyarbakır’da özel Felsefe dersleri aldığı Yorgi Efendi, İstanbul’a gelince Gökalp ve arkadaşlarıyla bir toplantı gerçekleştirdi. Onlarla yaptığı bu sohbette, Türk gençlerinin meşrutiyeti kurmak için çalıştıklarını, bunun övgüye değer bir gayret olduğunu belirtmiştir. Yapılacak olan devrimin faydalı ve etkili olabilmesi için mutlaka ülkenin sosyolojik ve psikolojik yapısına uygun olması gerektiğini ifade eden hocasının bu sözleri, Gökalp’in hareketlerinde yönlendirici bir etkiye sahip olmuştur.
     Gökalp, hayatı boyunca daima kendisini geliştirmeye uğraşıyor ve kültürünü genişletmeye çalışıyordu. Halk hikayelerini okumaya başlaması, şiirlerinin üslup ve tarzında değişiklikler meydana getirdi. Hece vezninde ve halk dilinde şiirler yazmaya başladı. Halk üslubuna gelmişken şu husustan bahsetmeden geçmeyelim: Gökalp, Türk halk bilimi çalışmalarının yöntemli olarak yapılmasına dikkat çeken ilk Türk aydınlarındandır. Çalışmalarıyla kendisinden sonraki halk bilimcilerine öncü olmuştur. Halk kültürünü işlemesinin esası, iyi bir terbiye görmüş olmak, felsefeyi, edebiyatı, ilmi ve dini gösterişsiz, samimi bir aşk ile sevmektir. Ziya Gökalp böyle olmaya çalışmış, bir taraftan fikir yazıları; diğer taraftan şiirler yazarak düşüncelerini halk diliyle ortaya koymuştur. Yani Gökalp, fikir ve tefekkür şiirleri yazan bir şairdir. Şiiri fikirden önce bir duygu sanatı olarak görür ve eserlerini buna yönelik ortaya koyar.
      Ona göre kültür milli, medeniyet evrenseldir. Türk milletinin hangi medeniyet dairesine mensup olduğunu söylemeden önce, medeniyet ile karıştırılan kültür kavramını ve ikisini arasındaki benzerlikleri ve farklıları ele ale. Kültüre “HARS” adını verir. 8 çeşit sosyal hayatı şunlar olarak niteler: Dini hayat, iktisadi hayat, felsefi hayat, hukuki hayat, lisani hayat, estetik hayat, ahlaki hayat ve fenni hayattır. Bu kavramlar medeniyeti meydana getirir ve bunlar statiktir.
      Gökalp’e göre tekzip; hususi bir terbiyeyle meydana gelmiş, duyuş, düşünül ve yaşayış tarzıdır. Başka milletlerin de kültürünü sevmeyi, onlardan lezzet almayı sağlar. İnsanları biraz insaniyetli, biraz hoşgörülü ve her millete, her ferde karşı eklektik yapar. Gökalp, bizim Avrupa karşısındaki duruşumuzu şu şekilde ifade eder. “Biz medeniyetçe, irfanca, tehzipçe Avrupa milletlerinden geri olduğumuzu inkar edemeyiz.” İşte bu düşüncelerin değişmesi için önce bizim aydınlarımızın kendi halkını hor görmekten vazgeçmesi gerekir. Çünkü hor görmeye devam riskiyse aydınlata karşı bir halk nefreti doğar.
        II. Meşrutiet’ten sonra bütün imparatorluk yıkılırken bütün dünyanın Türklere düşman olduğu bir dönemde Cumhuriyet’in dayandığı bazı temeller ve ilk kültür hareketleri Gökalp’in fikirlerinden doğmuştur. Bunun içindir ki, Atatürk manevi babasını Gökalp olarak nitelendirir. Anlaşıldığı üzere Gökalp, sadece kendi içinde fikirleriyle büyük değildir. Asıl tesirini kültür hareketleriyle göstermiştir.
       Gökalp, idealist ve mücadeleci bir yapıya sahiptir. Yaşamı boyunca düşünce ve hayallerinin yolunda devam etmiş, hiçbir dönem düşünce ve eylemlerinden ödün verme gereği duymamıştır. En umutsuz günlerinde bile ülkenin kurtulacağına dair ümidi hep var olmuştur.