5 Ocak 2019 Cumartesi

ZİYA PAŞA (Devir-Şahsiyet-Eser)

      Ziya Paşa İstanbul’da Kandilli’de doğmuştur. Çok genç yaşta şiitr başlamıştır. İhtiyar lalasının tesiriyle  âşık şiirini ve şairlerini sevmiş fakat daha sonra girmiş olduğu Saadet Mektubî Kalemi’nde tanıdığı Fatih Bey’den aruzu öğrenmiştir. Bu kalemdeysen devrin büyük şairlerini tanımış ve devrindeki etkinlikleriyle zamanının divan şairleri arasında mühim bir yer almıştır. Siyasi ihtirasların yoğun olarak yaşandığı bir dönemde önce  Reşid Bey’in dairesinde daha sonra da Mabeyn’de yetişmiştir. Zamanında hükümdarlarla dost olmuş, vezirlerle dövüşmüştür. Buradan anlıyoruz ki Ziya Paşa daima insanla karşı karşıyadır. Bir zümrenin, bir menfaatin reddettiği adamdır.
      Ziya Paşa, bütün devri gibi hayatının her sahasına yayılmış bir tereddüdü, anlaşmazlığı yaşar. Bir yığın red ve kabuller arasında bocalamış, bazı ahlâkî kıymetler karşısında kayıtsız gibi görünmüştür. Bu özellikleri şairi sevmeye engel midir sorusu akıllara gelebilir fakat şu da vardır ki bu ikili duruşunu birçok çağdaşları gibi gizlemeye çalışmadan göz önünde yaşamıştır. Buradan onun dürüst duruşunu ve canlılığını anlayabiliriz.
     Zulme karşı isyan meselesini, hürriyeti ve esareti anlatır. Hürriyet, insanlara Allah tarafından verilen bir nimettir. Ziya Paşa, yapılacak olan suistimallere karşılık hürriyeti sınırlandırmak için  kanunu öngörür. Kanunlar ve hüküm sistemleri başka  hukuk sistemlerinden alınamaz. Her milletin hukuk sistemi farklıdır ve her millet kendi geleneklerinden doğar. İnsanlar hür ben tahakküm(baskı) arzusuyla doludur. Bu ihtirası önleyebilecek olan şey de kanunlar ve meşrûtiyet rejimidir. Esarete dayanan istibdat rejiminden temeli hürriyet olan Hükümet-i Hürriyet rejimine geçilmelidir. Esaret ve esaret rejimleri nasıl cehaletten doğduysa; hürriyet ve hürriyet rejimleri de ilim ben medeniyetten doğmuştur. Binaleyn, ilmi ve medeniyeti olmayan bir millet harita üzerinde ne kadar bağımsız görünürse görünsün tam bir millet olamaz. Cehalet, bir milletin siyasi iktidarlara karşı haklarının olduğunu bilmemesi demektir. İlim, terakki ve medeniyet hürriyetin içindedir ve her şey hürriyet sayesinde var olmuştur. Medeniyet yayılıp, ilmin nurlarıyla insanların gözü açıldıkça siyasi rejimler de değişecek ve idare-i istiklal cumhur ile idare usülü benimsenecektir.
     Ziya Paşa’ya ve Yeni Osmanlılar’a göre siyasï rejim ile medeniyet arasında sıkı bir münasebet vardır. Meşruiyet ve Cumhuriyet genel anlamda demokratik rejimlerdir. Bu nedenle çağa ayak uydurmayan toplumlar ve devletler çökmeye mahkumdurlar. İşte bunun içindir ki İslam ülkeleri geri gittikçe Avrupa ilerlemeye başlar. Türkiye’nin ileri bir medeniyeti olması için hürriyetçi bir rejime sahip olması ve halka hürriyet hakları vermesi gerekir. Meşrûtiyet halkın bu haklarını koruyacaktır.
    Siyasi alanda yeni bir plan getiren islamiyet, bu düzende idâre-i istiklâle’ye hiçbir şekilde cevap vermemiştir. Çünkü yemeklik ve tahakkümü reddeder. İdare-i istiklâle İslamiyet ile asla bağdaştırılamaz. Bu hadislerde de böyledir. İslamiyet, insanların yüzyıllardır yaşadığı zorbalık zulümlerine karşılık meşvereti usülünü dünyaya yayarak son vermiştir. İdare-i istiklâle’ye mâni olmanın tek çaresi milletin hayatına yine milletin seçeceği bir topluluğun hakim olmasıdır ki bunun siyasi ilimlerdeki adı parlamentodur.
     Ziya Paşa o dönemde İsviçre’de “Hükümet-i Şahsiyye ile İdare-i Cumhuriyye’nin Farkı”adlı makaleyi yazmıştır. Burada uzun uzun diktatörlük rejimlerinden bahsetmiştir. İdare-i mutlaka rejiminde halk, sadece devleti ve devlet adamlarını mutlu etmek için var olan bir makine değildir. Bir şiirinde bahsettiği: “Bir ülke ki baştaki bir deli, bin akıllıyı sımsıkı bağlar, kontrol altına alır. O zaman da esaret halkaları gerdanlara  süs olur.” bahsi düşüncelerini gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur.
     Ziya Paşa’nın devrinden ve şahsiyetinden bahsettikten sonra bir  de onun eserlerini oluşturan duygularını inceleyelim. Ziya Paşa’yı sonsuz genişlik ve zaman hırpalar. İnsanın fani dünya karşısındaki aczini dile getirir. Ona göre insan, kendi hayatını idareden aciz bir akla sahiptir. Biçâre ve kör ihtirasların zebunudur. Bu duygularınızda eserlerine yansıtır. Ziya Paşa’nın kişiliğine, fikirlerine hayranım. Bir okuyucu olarak ne kadar hayran olursam olayım eleştireceğim bir husus var ki o da “akıl” ile idil’i düşünceleridir. Akıl bizim silahımızdır ve bunu hayata karşı kullanmayı bilmeliyiz. Ziya Paşa hayatı bir dövüş olarak görür ve hayatın bizi mağlup edeceğini düşünür. Oysa bu bir dövüş ise bu dövüşten bizim aklımızın da galip çıkması pek tabiîdir.
    Nesirleriyle farkına varmadan yaşadığı devrin kroniğini vermiş ve bazı manzumelerinde felsefi buhrana kadar yükselmiştir. Nesirlerini  Avrupa’da kaleme alması ve bunların memlekete gizli olarak girebilmesi bu nesrin daha yeni nesiller tarafından zamanında ve layıkıyla okunmasına fırsat vermemiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder