5 Ocak 2019 Cumartesi

Ahmet Cevdet Paşa(Devir-Şahsiyet-Eser)

     Cevdet Paşa Kırklareli’den Lofça’ya gelen eski bir ailedendir. İlk tahsilini kasabasında yapmıştır. Daha küçükken öğrenme hırsının onda fazlasıyla olduğu belliydi. O zamanlar hayatında karşısına çıkan her türlü tesadüfü kendisi için faydalı yapmasını biliyordu. Bu tahsil senelerinde daima kendisinin farkında olan şuurlu bir gençti. Vaktini hiç israf etmeden, âdeta sefere hazırlanan bir gemi gibi kendisini hazırlıyordu.
     Medrese tahsilinin yanında o zamanlar çok meşhur olan Murat Molla’nın tekkesine devam etmesi, hayatı üzerinde büyük bir tesir bırakmıştır. Tekke hayatı, medrese zihniyetine yaptığı tezatla onun için faydalı oluyor; orada genç etrafla temas ediyor ve edebiyat ile şiirin zevkini tadıyordu.
     Cevdet Paşa Batı dünyasının ilminden, fikir ve sanat hareketlerinden gereken hisseyi almış fakat bulunduğu yerin asil ve milli taraflarını muhafaza etmiştir. Tanzimat adliyesinin kurucuları arasında hatta başında yer almıştır. Devri gibi yapıcı ve uzlaştırıcıdır. Avrupa’ya hayran ve medeniyetçidir. Terakkiye inanır. Bu terakkinin milliyetin  esası gibi aldığı din ben şeriat kadroları içinde olmasını ister. Örf ve  âdete, ihmali caiz olmayan bir realite gibi bakar ve muhafaza eder.
    Paşa’nın bir dramı vardır. O, bir tereddüdün adamıdır. Kendisini Tanzimat’a verdiğini anladığında yalnızlaşmaya başlar. Ömrü boyunca tekrar etmekten çekinmediği tarafsızlığı bu yalnızlığın neticesidir. O, ulema sınıfı içinde asrını tanımış ve sevmiş fakar paşalar arasında zümresinden kopmuş bir halde yalnızlaşmıştı. Onun bu yalnızlığını içe kapanıklık olarak nitelendiremeyiz. Çünkü biliyoruz ki tamamen dışa  dönük bir yapıya sahiptir. Onun yalnızlığı kalabalıktan farklı olmasından da doğmuş olabilir.
    Üzerinde durulacak asıl vasfı çalışkanlığıdır. Doymak bilmeyen bir tecessüse sahiptir. Daima beslediği bilgisi medresenin çok üstündedir. Mevcudiyeti bilmek ve ayıklamak formülünü kullanır. Bu formül onun eserlerinde göstermiş olduğu başarısının izahıdır. Kendisini halkla birleştiren, halkın yaşadığı meseleleri anlayan yerli bir zihniyeti, sorunlar karşısında en iyi ve en kısa çözümleri bulmaya çalışan bir karakteri vardır. Edebiyata olan sevgisi, başladığı işi yarım bırakmama hissi, kavrayıcı zekası, öğrenme iştahı ve kalemi mürekkebe batırdığı andan itibaren kendisini ölümüne kadar o işe bağlanmış sanması, zaman israfının olmaması ve okuduğu bir metnin can alıcı noktalarını bulup çıkarmasını iyi bilmesi onun asıl vasıflarındandır.
    Bütün bunları söyledikten sonra Cevdet Paşa’nın fikir hayatımızdaki yerine geçebiliriz. Devlet adamı sıfatıyla nasıl Tanzimat ve medresenin kaynaşmasıysa; Müverrih olarak da eskiyle yeninin kaynaşmasıdır. Eskiyle yeniyi kaynaştırır çünkü kökten budayıcı değildir.  Değişmeye ve gelişmeye açıktır. Tanpınar’ın “Beş Şehir” adlı kitabında bahsettiği “Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek” anacını taşır ve buna yönelik çalışmalar yapar.
     Cevdet Paşa’ya göre âdet muhkemdir ve medeniyet, toplumların zamanla eriştiği büyük bir değişimdir. Bu değişim iş bölümüne dayanır. Herkesin uzmanlık alanı farklıdır. Bütün bunların düzenlenmesi de devletin varlığına bağlıdır. Medeniyet hiçbir milletin tekelinde değildir. Her millet kendi yaratılışlarıyla o medeniyete katkı sağlar. Çağdaş ve evrenseldir. Hiçbir medeniyet yoktan var olmaz. Var olan bir medeniyetin üstüne kurulur. Ayrıca hiçbir medeniyet içe kapanık değildir. Sürekli bir alışveriş vardır. Böyle bir alışverişten kaynaklı bir değişim meydana gelemez mi sorusu akıllara gelebilir fakat yukarıda belirttiğim gibi hiçbir medeniyet başka bir medeniyete dönüşemez.
     Modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlat. Bu kriz tarihe şekil verir. Orta Çağ’da 2 medeniyet vardır. Bunlardan birincisi Türk İslam Medeniyeti, ikincisi ise Avrupa Hristiyan medeniyetidir. Orta Çağ bu iki medeniyete mensup savaşların tarihidir. Cevdet Paşa sosyal kurumlara zarar vermeden eski kurumları yenileriyle değiştirme fikrini taşır. Ona göre mâziye tahassür duymak abestir. Çağın yeniliklerine uymak kaçınılmazdır. Çünkü hayatın kanunu inkılaptır. İnkılap bir şekilden bir çekilen girmektir. Tarihin akışına ben gelişimine karşı çıkmak şuursuz bir muhafazakarlıktır. Cevdet Paşa,  zamanın hükmünü takdir etmeyen ve gelişmelere kapalı olan milletlere “yokluk denizinde boğulmaya mahkumdurlar” demiştir. Burada kendi düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Gelişmelere kapalı olan bir milletin elbette yanlış tarafları vardır hatta bütünüyle yanlış bile olabilir fakat bu yine sen onların kendi fikirleridir ve fikirler daima hürdür.
     Cevdet Paşa saray, tekke ve medrese etrafında gelişmiştir. Bu gelişmeyle birlikte ilk medeni kanunları ve ilk ceza kanunlarını çıkarmıştır. Yani yukarıda bahsettiğimiz medeniyet tam anlamıyla onunla başlamıştır. Medeniyet kavramını tek olarak inceledikten sonra bir de Avrupa ve İslam medeniyetini mukayese eder. Ona göre biz Müslümanlar geriledikçe, Avrupa ileri gidecektir. Bu cümleyi tek başına incelemek istiyorum. Günümüze baktığımızda, iktidarların ülkeyi ileri taşıdığını öne sürdüğünü görüyoruz. Oysa etrafıma baktığımda görüyorum ki ilerliyoruz sanılırken aslında sadece öylece duruyoruz. Avrupa, eskiden de olduğu gibi bugün de gelişmeye hızlıca devam ediyor  ve biz olduğumuz yerden başka bir yere henüz adım atmış bile değiliz.
     Devrinden, şahsiyetinden bahsettikten sonra bir de eserlerine bakalım. Cevdet Paşa, Osmanlı hukuçuluğunda ilmî bir hamle teşkil eden Mecelle’i Ahkâm-o Adliyye’nin bir komisyonca telifine riyaset ederek, eseri tek bakınan yazıyormuşçasına bir ilmî hâkimiyet göstererek Türk hukuk tarihine âbide bir eser bırakmıştır. Daha sonraları da Hanefi Fıkhı’na göre bir Mecelle yazmıştır. Eski ve büyük devletler kurmuş, bu devletleri zaman amansız en âdil kanunlarla idare etmiştir. Bu çalışma onun asıl şöhretini oluşturmuştur. Bu çalışmayla birlikte ilk defa belgelere dayalı bir Osmanlı tarihi yazılmıştır.
     Yaşadığı olayları ve gördüklerini sıcaklığını kaybetmeden yazıya geçirmiştir. Bu sıcaklık eserlerinin büyük bir kısmını kaplar. Eserlerinde kullandığı üslup şark dünyasının dışına çıkmadan muhayyen bir dil telakkisinin içinden süzülerek gelen bir üsluptur. Onun içindir ki büsbütün büyük bir hususilik taşır.
     Cevdet Paşa ileri geri durmadan gidip gelir. Konuşmaya benzeyen ifade şeklini kullanır. Eskilerde çok derbeder ve düzensiz olan bu konuşma şekline yeni bir soluk getirir. Lugatı geniş ve anlamlıdır. Bir konu hakkında konuşacaksa, o konuya uygun olan kelimeleri bulmakta başarılıdır. Sağlam bir tarih dili bulup, uygulamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder